Son kırk beş dakikasıydı… Vücut fonksiyonları yavaşlasa da, kalbi daha fazla kan gönderebilmek için hızlanmıştı… Göğsünden akan sıcak, kaygan, koyu kırmızı kanına dokundu titreyen eli…
Bilinci, ölümle burun buruna gelmiş Murat’ı kurtarmak yerine geçmişteki Murat’a takılmıştı.
Görüntülerin netliğini kaybettiğini fark etti…
Nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı. Yarı aydınlık, nemli, apartman boşluğu gibi bir yerdeydi. Uzayan bir koridorun sonundaki kapı aralığından ince bir ışık huzmesi vuruyordu hemen yanı başına.
Parlayıp söndü ışık huzmesi.
Ayak sesleri duydu.
Git gide artan ayak sesleri…
Git gide yaklaşan birinin ayak sesleri…
Şebnem olmalıydı. Bütün gün toplantısı vardı Murat’ın. Bir türlü ulaşamayınca meraklanmış, herkesi aramış en son da burada olduğunu tahmin edip koşup gelmişti. Bütün hayatında olduğu gibi son anında da yardımına yetişmişti.
Yanı başında beliren gölgeyle birlikte sustu ayak sesleri… Uzatmaya çalıştı elini… Bütün gücünü toplayarak “Şebnem?” dedi nefes nefese…
Gölge, yoğunlaştı Murat’ın yüzünde …
“Benim…” dedi, ” İrem…”
Doktor oluşundan mı yoksa doğal yapısından mı kaynaklandığını yıllardır ikisinin de çözemediği soğukkanlılık ve soğukluk arasında gidip gelen bakışlarıyla eğildi Murat’ın yüzüne…
“İrem… canım… ben… vuruldum İrem… iyi ki yetiştin... kan kaybediyorum, hani anlatmıştın ya bana… hani neler olabileceğini kan kaybederken… hatırladın mı? bak… bak buradan… Göğsümden… Ne kadar oldu tam bilmiyorum… Sanki günlerdir buradayım, sanki daha az önce geldim…”
“Biliyorum canım…”
“Biliyor musun… Neyi biliyorsun?”
“Hep biliyordum Murat… Bütün olanlardan haberim vardı.”
“Anlamıyorum hiçbir şey… bak kan kaybediyorum… bir şey yap ne olur…”
Elini Murat’ın saçlarında gezdirdi İrem. Gözlerinde doğan yaşlar şimdi damla damla Murat’ın yüzüne akıyordu…
“Yapamam…”
“İrem… bak, yalvarıyorum sana… hadi canım… ne olursun yap bir şeyler…”
“Yapamam Murat… Bu sana ilk ve son karşı koyuşum… İnan bana yapamam…”
“İrem… sen benim karımsın… çocuğumun annesi… beraber yaşamadık mı her şeyi? Hadi… lütfen…”
“Murat… Ben biliyorum her şeyi. Hem de uzun zamandır… Yorma artık kendini…”
“Çok yorulduk değil mi, İrem?” yüzüne rahatlamışçasına bir ifade yayıldı Murat’ın.
“Öyle bir tanem… Çok yorulduk…”
“Ben… gerçekten istemeden… ben… İrem… o dönem yanlış… İrem ben çok özü…”
“Sakın! ” parmaklarını dudaklarına götürdü Murat’ın, “Yorma kendini bir tanem… Kalmadı hiçbir şeyin önemi… Ben çoktan affettim bile seni…”
“İrem ben …”
“Şşş…” yaklaştırdı yüzünü İrem… Öpmeye başladı Murat’ın ter içindeki yüzünü, “hiçbir şey söyleme… çok sevildin Murat… hiç anlamadığın kadar çok sevildin… hep çok yalnız olduğunu söyedin… ama çok sevildin…bil yeter… ”
Gözlerini kapattı Murat… Bıraktı kendisini…
“Şimdi ne olacak bana İrem? Çok korkuyorum…”
“Korkma… Sen gözlerini kapattıktan sonra, acın da tamamen dinmiş olacak. Onca yaşadığın yorgunluğun yavaş yavaş geçtiğini hissedeceksin. Yüzünde bambaşka bir aydınlık belirecek. Salondaki aynada bize gülümseyeceksin. Hatırlıyor musun, kırmıştım o aynayı sen yokken… Sen gelip tek tek toplamıştın parçalarını, o parçalar gibi tek tek toplayacağımızı söylemiştin her şeyi… Yaşadıklarımızı… Yaşayamadıklarımızı… Birlikte gidip yenisini almıştık. Her şeye yeniden başlamıştık… Şimdi o aynada oğlumuzun büyüdüğünü göreceksin. Büyüdükçe sana ne kadar benzediğini görüp bize gülümseyeceksin. Biz hep orda olduğunu bileceğiz senin…
Hoşçakal bir tanem… Hoşçakal sevdiğim adam…”
Dağıldı Murat’ın yüzündeki gölge… Uzaklaştı ayak sesleri koridorda… Kapının açılmasıyla birlikte, ışık hepten vurdu Murat’ın yüzüne… Gözlerini açtı. Etrafta kimsenin olmadığını fark etti. İrem’in gelişinin, hayatının son kırk beş dakikasının kendisine oynadığı bir oyun olduğunu düşündü.
Sanki elindeki kartlardan birini kurtarmışçasına rahatlayacak oldu ki yüzüne vuran ışığı fark etti…
İrem değilse bile; yaklaşan ayak sesleri, yüzünde beliren gölge gerçekti…
Bilinci, ölümle burun buruna gelmiş Murat’ı kurtarmak yerine geçmişteki Murat’a takılmıştı.
Görüntülerin netliğini kaybettiğini fark etti…
Nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı. Yarı aydınlık, nemli, apartman boşluğu gibi bir yerdeydi. Uzayan bir koridorun sonundaki kapı aralığından ince bir ışık huzmesi vuruyordu hemen yanı başına.
Parlayıp söndü ışık huzmesi.
Ayak sesleri duydu.
Git gide artan ayak sesleri…
Git gide yaklaşan birinin ayak sesleri…
Şebnem olmalıydı. Bütün gün toplantısı vardı Murat’ın. Bir türlü ulaşamayınca meraklanmış, herkesi aramış en son da burada olduğunu tahmin edip koşup gelmişti. Bütün hayatında olduğu gibi son anında da yardımına yetişmişti.
Yanı başında beliren gölgeyle birlikte sustu ayak sesleri… Uzatmaya çalıştı elini… Bütün gücünü toplayarak “Şebnem?” dedi nefes nefese…
Gölge, yoğunlaştı Murat’ın yüzünde …
“Benim…” dedi, ” İrem…”
Doktor oluşundan mı yoksa doğal yapısından mı kaynaklandığını yıllardır ikisinin de çözemediği soğukkanlılık ve soğukluk arasında gidip gelen bakışlarıyla eğildi Murat’ın yüzüne…
“İrem… canım… ben… vuruldum İrem… iyi ki yetiştin... kan kaybediyorum, hani anlatmıştın ya bana… hani neler olabileceğini kan kaybederken… hatırladın mı? bak… bak buradan… Göğsümden… Ne kadar oldu tam bilmiyorum… Sanki günlerdir buradayım, sanki daha az önce geldim…”
“Biliyorum canım…”
“Biliyor musun… Neyi biliyorsun?”
“Hep biliyordum Murat… Bütün olanlardan haberim vardı.”
“Anlamıyorum hiçbir şey… bak kan kaybediyorum… bir şey yap ne olur…”
Elini Murat’ın saçlarında gezdirdi İrem. Gözlerinde doğan yaşlar şimdi damla damla Murat’ın yüzüne akıyordu…
“Yapamam…”
“İrem… bak, yalvarıyorum sana… hadi canım… ne olursun yap bir şeyler…”
“Yapamam Murat… Bu sana ilk ve son karşı koyuşum… İnan bana yapamam…”
“İrem… sen benim karımsın… çocuğumun annesi… beraber yaşamadık mı her şeyi? Hadi… lütfen…”
“Murat… Ben biliyorum her şeyi. Hem de uzun zamandır… Yorma artık kendini…”
“Çok yorulduk değil mi, İrem?” yüzüne rahatlamışçasına bir ifade yayıldı Murat’ın.
“Öyle bir tanem… Çok yorulduk…”
“Ben… gerçekten istemeden… ben… İrem… o dönem yanlış… İrem ben çok özü…”
“Sakın! ” parmaklarını dudaklarına götürdü Murat’ın, “Yorma kendini bir tanem… Kalmadı hiçbir şeyin önemi… Ben çoktan affettim bile seni…”
“İrem ben …”
“Şşş…” yaklaştırdı yüzünü İrem… Öpmeye başladı Murat’ın ter içindeki yüzünü, “hiçbir şey söyleme… çok sevildin Murat… hiç anlamadığın kadar çok sevildin… hep çok yalnız olduğunu söyedin… ama çok sevildin…bil yeter… ”
Gözlerini kapattı Murat… Bıraktı kendisini…
“Şimdi ne olacak bana İrem? Çok korkuyorum…”
“Korkma… Sen gözlerini kapattıktan sonra, acın da tamamen dinmiş olacak. Onca yaşadığın yorgunluğun yavaş yavaş geçtiğini hissedeceksin. Yüzünde bambaşka bir aydınlık belirecek. Salondaki aynada bize gülümseyeceksin. Hatırlıyor musun, kırmıştım o aynayı sen yokken… Sen gelip tek tek toplamıştın parçalarını, o parçalar gibi tek tek toplayacağımızı söylemiştin her şeyi… Yaşadıklarımızı… Yaşayamadıklarımızı… Birlikte gidip yenisini almıştık. Her şeye yeniden başlamıştık… Şimdi o aynada oğlumuzun büyüdüğünü göreceksin. Büyüdükçe sana ne kadar benzediğini görüp bize gülümseyeceksin. Biz hep orda olduğunu bileceğiz senin…
Hoşçakal bir tanem… Hoşçakal sevdiğim adam…”
Dağıldı Murat’ın yüzündeki gölge… Uzaklaştı ayak sesleri koridorda… Kapının açılmasıyla birlikte, ışık hepten vurdu Murat’ın yüzüne… Gözlerini açtı. Etrafta kimsenin olmadığını fark etti. İrem’in gelişinin, hayatının son kırk beş dakikasının kendisine oynadığı bir oyun olduğunu düşündü.
Sanki elindeki kartlardan birini kurtarmışçasına rahatlayacak oldu ki yüzüne vuran ışığı fark etti…
İrem değilse bile; yaklaşan ayak sesleri, yüzünde beliren gölge gerçekti…
Kapı açık kalmıştı…
kapi.mp3 - kapi