Kararsızlık, her zaman zarar verdi kendisine…
Her seferinde yeniden anladı. Her yeni tanıştığı insanda, her yeni ev eşyasında, her yeni ilişkisinde, her kendine kalışında, her iç sıkıntısını açığa çıkarışında… Her seferinde unutup yeniden hatırladı… Yalnızlıktan bu kadar çok korkup, yalnız kalmayı bu kadar çok istemesi bundandı…
Hayattan, kendisine daha çok şey öğretmesini beklerdi oysa.
Düşündü durdu iki hafta…
İki hafta boyunca, defalarca çıkardı cebindeki adres yazan kâğıdı. Düzeltti. Katladı. Katladığı yeri beğenmedi. Tekrar düzeltti. Tekrar katladı. Buruşturdu. Çöpe attı. Çöpten çıkardı. Ceketinin cebine koydu. Kaybettiğini zannetti. Korktu. Buldu. Sevindi. Cüzdanına koydu kâğıdı. Kâğıttaki adresi okudu durdu içinden. Sesli okudu. Mırıldandı. Sustu. Uyandı bir gece yarısı. Kalktı. Kâğıt yerinde mi diye baktı. Su içti. Geri yattı.
Hızlı adımlarla çıktı şirketten. Arabasına bindi. Cebinden çıkardığı kâğıda baktı.
Adresteki kafeye, Deniz’e doğru sürdü…
Vardığında, kafenin önünde, yerde, üstünde “Deniz Kıyısı” yazan bir tabela gördü… Kapısı açıktı. Yüzüne, uzun zamandır kullanmadığı tebessümünü takıp içeri eğildi.
Oradaydı…
Yere serilmiş gazeteler, muşambalar, dağınık duran boya kovaları, değişik büyüklüklerde fırçaların arasında, plastik sandalyeye oturmuş, bir tarafına koltuk değneğini yasladığı masada bir şeyler okuyordu.
Murat’ın kapıyı tıklatmasıyla birden irkildi Deniz.
“Affedersiniz… Korkutmak istemedim. Kapıyı açık görünce…”
“Ay! Bir an sizi orda görünce… Tiner kokusu çıksın diye açmıştım kapıyı, sonra da dalmış gitmişim elimdeki kataloga…” gülmeye başladı sonra.
“Su getireyim size isterseniz?”
“Yok yok, gerçekten… İyiyim şimdi. Teşekkür ederim.”
“Tadilattasınız sanırım.”
“Nerden anladınız!”
Karşılıklı gülüştüler.
“Aslında bugün açılış günümüz olması gerekiyordu. Ama iki hafta önce küçük bir kaza geçirdim. Malum, kafeden önce benim tadilata girmem gerekti.” diye devam etti Deniz alçılı bacağını göstererek.
“Geçmiş olsun.” Dedi Murat, sonra yine uzun zamandır kullanmadığı hafif alaycı bakışını takınarak devam etti, “Küçükken bir arkadaşım kolunu kırmıştı. Sonra, herkese alçısını imzalatmış, bir anda en popüler çocuk oluvermişti sınıfta. Çok kıskanmıştım. Keşke ben de kolumu kırsam diye gezinmiştim günlerce. ”
İçten bir gülüş yankılandı boş kafenin içinde…
“E bunun üstüne bir imza atarsınız artık.” Masadaki kataloğu uzattı Murat’a, “Bunu şuradaki eski, kırık dökük, pis sandalyenin üstüne koyup oturabilirsiniz isterseniz. Şimdilik imkânlarımız bunlar.”
“Şimdi sizin çayınız kahveniz de yoktur?” diye güldü Murat otururken…
“Ama lütfen, müessesemiz bu konuda çok hassas. Çayımız olmasa bile nescafe’miz mevcut. Hem de şu yerde gördüğünüz ısıtıcının düğmesine basmanız yeterli. Sonra istediğiniz sertlikte kahvenizi yapıp afiyetle içebilirsiniz. Hatta bacağı kırılmış, üstelik de alçısına hiç imza atılmamış birine de bir bardak doldurabilirsiniz.”
“Daha şimdiden her şeyimiz var diyorsunuz yani… Tebrikler… Süper bir hizmet anlayışı… Herkese tavsiye edeceğim burayı” dedi Murat ısıtıcının düğmesine basarken, “Şeker atıyor musun?”
“Hayır. Umarım sen de atmıyorsundur. Çünkü henüz böyle bir hizmet veremiyoruz.”
“Öyle olsun bakalım. Ama bir dahaki gelişimde iki şeker atarım şimdiden söyleyeyim” dedi murat Deniz’in kahvesini uzatırken.
“Ne demek efendim… İstediğiniz kadar katabilirsiniz. Kimseyi ağlatmayın yeter.”
Kahvesinden içeceği sırada durdu Murat.
“Anlamadım?”
“Nasıl anlamadım?”
“Baya anlamadım? Ne ağlatması? Kim kimi ağlatmış?”
“Hatırlamıyor musunuz gerçekten?”
“Neyi hatırlamıyor muyum gerçekten?”
“Yanılmıyorsam, iki üç ay önceydi. Tabi, burası o zaman böyle gazete kâğıtları ve muşambalarla kaplı değildi. Hatta inanır mısınız garsonlarımız bile vardı.”
“Yani?”
“Yanisi şu ki, bundan iki üç ay önce, öğleden sonra, ben kasada hesaplarla uğraşırken, bir çift geldi. Kadın arkası dönük, adamsa tam yüzünü görebileceğim şekilde oturdu. Bir süre konuştular. Sonra kadın birden bire ayağa kalktı. Ağlayarak dışarı koştu, gitti. Adam bir süre daha oturdu. Üst üste sigara içti. Sonra da hesabı masaya istemek yerine kalkıp kasada ödedi. ‘Kusura bakmayın’ dedi kasadaki kıza… Yani bana…”
Öylece kaldı Murat…
İrem’den ayrılışını, rüyasını, kaza gününü, şehirde kayboluşunu, koşar adım hastaneye gidişini, annesine anlattıklarını hatırladı…
Cebindeki kâğıda dokundu… İki haftadır yatıp kalktığı bu kâğıt parçasını, Deniz’le tanışacağı yerin haritası zannediyordu sadece.
O kâğıtta yazan adreste… Şu anda bulunduğu noktada… Aynı günün içinde...
Her seferinde yeniden anladı. Her yeni tanıştığı insanda, her yeni ev eşyasında, her yeni ilişkisinde, her kendine kalışında, her iç sıkıntısını açığa çıkarışında… Her seferinde unutup yeniden hatırladı… Yalnızlıktan bu kadar çok korkup, yalnız kalmayı bu kadar çok istemesi bundandı…
Hayattan, kendisine daha çok şey öğretmesini beklerdi oysa.
Düşündü durdu iki hafta…
İki hafta boyunca, defalarca çıkardı cebindeki adres yazan kâğıdı. Düzeltti. Katladı. Katladığı yeri beğenmedi. Tekrar düzeltti. Tekrar katladı. Buruşturdu. Çöpe attı. Çöpten çıkardı. Ceketinin cebine koydu. Kaybettiğini zannetti. Korktu. Buldu. Sevindi. Cüzdanına koydu kâğıdı. Kâğıttaki adresi okudu durdu içinden. Sesli okudu. Mırıldandı. Sustu. Uyandı bir gece yarısı. Kalktı. Kâğıt yerinde mi diye baktı. Su içti. Geri yattı.
Hızlı adımlarla çıktı şirketten. Arabasına bindi. Cebinden çıkardığı kâğıda baktı.
Adresteki kafeye, Deniz’e doğru sürdü…
Vardığında, kafenin önünde, yerde, üstünde “Deniz Kıyısı” yazan bir tabela gördü… Kapısı açıktı. Yüzüne, uzun zamandır kullanmadığı tebessümünü takıp içeri eğildi.
Oradaydı…
Yere serilmiş gazeteler, muşambalar, dağınık duran boya kovaları, değişik büyüklüklerde fırçaların arasında, plastik sandalyeye oturmuş, bir tarafına koltuk değneğini yasladığı masada bir şeyler okuyordu.
Murat’ın kapıyı tıklatmasıyla birden irkildi Deniz.
“Affedersiniz… Korkutmak istemedim. Kapıyı açık görünce…”
“Ay! Bir an sizi orda görünce… Tiner kokusu çıksın diye açmıştım kapıyı, sonra da dalmış gitmişim elimdeki kataloga…” gülmeye başladı sonra.
“Su getireyim size isterseniz?”
“Yok yok, gerçekten… İyiyim şimdi. Teşekkür ederim.”
“Tadilattasınız sanırım.”
“Nerden anladınız!”
Karşılıklı gülüştüler.
“Aslında bugün açılış günümüz olması gerekiyordu. Ama iki hafta önce küçük bir kaza geçirdim. Malum, kafeden önce benim tadilata girmem gerekti.” diye devam etti Deniz alçılı bacağını göstererek.
“Geçmiş olsun.” Dedi Murat, sonra yine uzun zamandır kullanmadığı hafif alaycı bakışını takınarak devam etti, “Küçükken bir arkadaşım kolunu kırmıştı. Sonra, herkese alçısını imzalatmış, bir anda en popüler çocuk oluvermişti sınıfta. Çok kıskanmıştım. Keşke ben de kolumu kırsam diye gezinmiştim günlerce. ”
İçten bir gülüş yankılandı boş kafenin içinde…
“E bunun üstüne bir imza atarsınız artık.” Masadaki kataloğu uzattı Murat’a, “Bunu şuradaki eski, kırık dökük, pis sandalyenin üstüne koyup oturabilirsiniz isterseniz. Şimdilik imkânlarımız bunlar.”
“Şimdi sizin çayınız kahveniz de yoktur?” diye güldü Murat otururken…
“Ama lütfen, müessesemiz bu konuda çok hassas. Çayımız olmasa bile nescafe’miz mevcut. Hem de şu yerde gördüğünüz ısıtıcının düğmesine basmanız yeterli. Sonra istediğiniz sertlikte kahvenizi yapıp afiyetle içebilirsiniz. Hatta bacağı kırılmış, üstelik de alçısına hiç imza atılmamış birine de bir bardak doldurabilirsiniz.”
“Daha şimdiden her şeyimiz var diyorsunuz yani… Tebrikler… Süper bir hizmet anlayışı… Herkese tavsiye edeceğim burayı” dedi Murat ısıtıcının düğmesine basarken, “Şeker atıyor musun?”
“Hayır. Umarım sen de atmıyorsundur. Çünkü henüz böyle bir hizmet veremiyoruz.”
“Öyle olsun bakalım. Ama bir dahaki gelişimde iki şeker atarım şimdiden söyleyeyim” dedi murat Deniz’in kahvesini uzatırken.
“Ne demek efendim… İstediğiniz kadar katabilirsiniz. Kimseyi ağlatmayın yeter.”
Kahvesinden içeceği sırada durdu Murat.
“Anlamadım?”
“Nasıl anlamadım?”
“Baya anlamadım? Ne ağlatması? Kim kimi ağlatmış?”
“Hatırlamıyor musunuz gerçekten?”
“Neyi hatırlamıyor muyum gerçekten?”
“Yanılmıyorsam, iki üç ay önceydi. Tabi, burası o zaman böyle gazete kâğıtları ve muşambalarla kaplı değildi. Hatta inanır mısınız garsonlarımız bile vardı.”
“Yani?”
“Yanisi şu ki, bundan iki üç ay önce, öğleden sonra, ben kasada hesaplarla uğraşırken, bir çift geldi. Kadın arkası dönük, adamsa tam yüzünü görebileceğim şekilde oturdu. Bir süre konuştular. Sonra kadın birden bire ayağa kalktı. Ağlayarak dışarı koştu, gitti. Adam bir süre daha oturdu. Üst üste sigara içti. Sonra da hesabı masaya istemek yerine kalkıp kasada ödedi. ‘Kusura bakmayın’ dedi kasadaki kıza… Yani bana…”
Öylece kaldı Murat…
İrem’den ayrılışını, rüyasını, kaza gününü, şehirde kayboluşunu, koşar adım hastaneye gidişini, annesine anlattıklarını hatırladı…
Cebindeki kâğıda dokundu… İki haftadır yatıp kalktığı bu kâğıt parçasını, Deniz’le tanışacağı yerin haritası zannediyordu sadece.
O kâğıtta yazan adreste… Şu anda bulunduğu noktada… Aynı günün içinde...
Ayrılmıştı İrem’den…
Tanışmıştı...
Kasadaki kızla…
Rüyasındaki kızla…
Tanışmıştı...
Kasadaki kızla…
Rüyasındaki kızla…
Deniz’le…
__
45 dakika bolum 11 - 45 dakika bolum 11