“Kavşaktan sola... ”
“Buradan mı?”
“Hayır, bir sonrakinden.”
“Şebnem, ne sürprizi bu böyle sabah sabah anlamadım.”
“Ya iyi de sen böyle sorarsan tadı kaçar…”
“İyi bakalım. Çok var mı daha?”
“Geldik sayılır.”
“Bugün öğleden sonrası çok yoğun olmuş.”
“Farkındayım ama İsmail Bey burada olmadığı için bütün görüşmeler sana kaldı haliyle… Haftaya rahatlarız merak etme. Sağda bir yere çekebilirsin.”
“Burası mı?”
“Bir on-on beş dakika yürüyeceğiz.”
“E devam etseydik madem...”
“Park sıkıntı olur şimdi.”
…
Bir zamanlar Deniz Kıyısı olan, tabelasız, boş, terk edilmiş kafenin önüne geldiklerinde Murat belki de ilk kez bu kadar keskin bir şekilde yüzleşti geçmişle.
Yüzünde korkuyla telaş arası bir duygu belirdi. Yutkundu. Durumu henüz anlayamadığının farkındaydı ama ne soracağını da bilemiyordu. Demek Şebnem öğrenmişti… Nasıl olabilir diye düşündü. Yıllar sonra Deniz intikam mı almaya gelmişti. Peki, ama buraya neden gelsinler ki? Şebnem’i bulup kendisiyle yüzleşmek istemişti demek… Burayı seçmek tam O’na göreydi…
“Ne zaman buldu seni?” diye sordu Şebnem’e.
Şebnem, çantasından bir zarf çıkarıp Murat’a uzattı.
“İçinde anahtar var. Kapıyı aç.”
Murat zarfı yırttı. Anahtarı çıkardı. Yırtık zarfı Şebnem’e verdi. Titreyen elleri kilidi açmakta zorlandı. Kapı gıcırdayarak açılırken Şebnem’e ne yapması gerektiğini sorar bir şekilde baktı. Kafası durmuştu sanki.
“Çekinme, geç içeri.”
Murat’ın ardından girerken, kapıyı ayağıyla iterek kapattı.
“Devam et,” dedi depoyu göstererek.
“Orada mı?” diye sorduğunda Murat kendisi bile anlam verememişti aklından geçen düşüncelere. Bu yüzden normal karşıladı Şebnem’in gülüşünü.
Depodan içeri girdiler.
“Ceketini ve kravatını çıkar. Şu sandalyenin başına as. ”
Şebnem, öğrendiği bu sırrı başka herhangi bir yerde, sokakta, ofiste ya da evde söyleseydi bu kadar etkilemezdi belki de Murat’ı. Ama Deniz Kıyısı’nı seçmişti. Murat, yaşadığı şokun etkisiyle Şebnem’in her dediğini hiç sorgulamadan yapıyordu. Ceketini ve kravatını çıkardı. ‘Şu’ sandalyenin başına astı. Yine aynı sandalyeye şuursuz bir şekilde oturdu.
Şebnem kabanını çıkarıp masanın üstüne koyduktan sonra Murat’ın karşısına, yaklaşık beş adım ilerisindeki sandalyeye geçerek çantasından çıkardığı sigarayı yaktı.
Aynı şekilde Murat da sandalyeye astığı ceketinin cebinden sigarasını aldı.
“Bütün hikâyeyi biliyorum,” dedi Şebnem sakin ses tonuyla.
“Ne kadar zamandır tanışıyorsunuz?”
“Üç ay.”
“Nerde tanıştınız?”
“Bunun önemi yok Murat.”
“Peki… O mu istedi burada buluşmayı?”
Şebnem, soruları her zaman olduğu gibi Murat’ın sorarak konuyu yönlendirmesine sinirlendi.
“O’nun hiçbir şeyden haberi yok. Zamanında senin yaptığın gibi, ben de O’ndan sakladım. Ne beraber çalıştığımızı, ne de arkadaşlığımızı biliyor. Hatta şu anda burada olduğundan da haberi yok,” dedi ses tonu donuk ama sert bir şekilde.
Murat’ın, içeri girdiğinden beri zihninde üst üste koyduğu taşların en altındakini çekip hepsini devirmişti sanki...
“Şebnem… Yani… Niye geldik buraya?”
“Kısaca özetleyelim o zaman…” dedi nedensiz bir şekilde keyiflenerek, “Üç ay önce bir kızla tanıştım. Güzel bir kızdı. Hayata küsmüştü,” sigarasından bir nefes çekerek devam etti, “O’na, senin bunu anlamamanı ve hiçbir zaman da anlamayacağını doğal karşılayarak söylüyorum, aşık oldum. Tabi ki O, diğer gerçekler gibi bunu da hiç bilmedi. Haftada bir iki kez görüşüyor, hayattan nasibini almış iki kadın olarak dertleşiyorduk. Nerden aklına gelsin ki benim O’na bu kadar saplanabileceğim… Birbirimizle çok şey paylaşıyorduk artık. En çok da sırlarımızı… O’na göre iki iyi arkadaş, bana göre kavuşması mümkün olmayan…” boğazı düğümlendi, açmak istercesine derin bir nefes daha çekti sigarasından, koyu gri dumanı üflerken gözlerini kıstı, “Neyse işte… Dedim ya anlamanı beklemiyorum zaten… Neden burada olduğumuza gelelim… Geçen hafta bana seni, karını, çocuğunu, beraber geçirdiğiniz bir yılınızı ve tabi ki gösterişli vedanızı anlattı…” yerde sigarasını söndürdükten sonra, izmaritini az önce Murat’ın verdiği yırtık zarfın içine özenle koydu.
“Ben hala neden burada olduğumuzu anlayamadım,” dedi Murat.
“Seninle yaşadığımız yılları, sırlarımızı, aramızdaki ilişkiyi düşündüm. Sonra yaptıklarını… Bugüne kadar yaptığın her türlü pisliğini nasıl örtbas ettiğimi… Ben saf saf her şeyi paylaştığımızı düşünerek gecemi gündüzümü senin için harcarken, senin bir zamanlar benim şimdi sevdiğim kadını nasıl üzdüğünü…”
“Şebnem neler diyorsun sen?”
“Çabalama Murat… Uyuyan güzel artık uyandı. Ne desen boş…”
Çantasından, eldivenlerini aldı, yavaşça önce bir tekini sonra diğer tekini giydi. Sonra, bir sigara daha çıkarırmışçasına rahat bir şekilde silahını çıkardı. Murat’a doğrulttu.
Gözleri namlunun ucuna takıldı Murat’ın. Tam ayağa kalkacaktı ki, “Otur,” dedi Şebnem, “Daha bitmedi.”
“Şebnem… Beni… Gerçekten vurmayı düşü…”
“Tabi ki düşünüyorum Murat. Buraya niye geldik zannediyorsun sen?”
“Şebnem, bak… Öfkenin bir an…” üstündeki füme gömleği terden sırılsıklam olmuştu, “beni vuramazsın sen.”
“Hayır hayır. Bu çeşit polemiklere girecek değilim. Biraz sonra ikimiz de göreceğiz zaten… İrem’in o gün anlattığı kan kaybından ölüm gerçekten ne kadar sürüyormuş bakalım… Ne o? Hatırlamadın mı?”
“Şebnem… Beni Deniz için mi vuracaksın?”
“Tabi ki sadece Deniz için değil. Aslında ilk sebep senin benden Deniz’i saklayarak sırdaşlığımıza ihanet etmiş, beni aldatmış olman. Sonra sevdiğim kadını zamanında aldatmış ve onu terk etmiş olman. Karını aldatmış olman. Hatırlıyor musun sana İrem’in hamile olduğunu söylediğimde… Gözümün içine bakıp Mehmet Bey’i sormuştun. İlk o zaman korkmuştum senden. Sırf o proje için evlenmiştin İrem’le değil mi? Sonra sırf MFN'de ortaklık için geri döndün… Sonra bir de Kerem var tabi… Kerem’i aldatmış olman. Senin yüzünden öldü. Nasıl sıyrılmıştın son anda… İrem’i, Deniz’i, Kerem’i, Beni… Hepimizi nasıl harcadın kendin için…”
“Şebnem ben…”
“Bence bütün bunlar seni vurmam için yeterli… Hepsine alet oldum… Ama Deniz… Deniz… Artık bitti…”
Şebnem yavaşça ayağa kalktı.
Murat’a doğru iki adım yaklaştı.
Ateş etti.
Track 1.mp3 - 45 dakika