Kapı açık kalmıştı…
İçeriye sızan ışık sayesinde çevresini biraz olsun görebiliyordu. Gölgeleri duvara vuran, ne olduğunu çözemediği eşyaların arasında birbirinin üstüne ters çevrilerek konmuş masaları ve sandalyeleri fark etti. Bir türlü çıkaramıyordu nerde olduğunu. Sabah, her gün olduğu gibi, işe gitmek için çıkmıştı evden. Sonra, işyerine vardığında… Nasıl oluyor da beş yıl önceki onca olay yeniden yaşanırcasına aklından geçerken, bu sabah ne yaptığını bir türlü hatırlayamıyordu! Hafızası, son kırk beş dakikasında ihanet etmişti kendisine.
Böyle olmamalıydı… Bugün değil, bundan dört yıl önce, hayatının o en karışık dönemini kapatırken yaşamalıydı son kırk beş dakikasını… Bir yerde çözemediği, unuttuğu, es geçtiği bir şeyler kalmıştı demek ki… Gidip gelen düşüncelerin, duvara vuran gölgelerin, içini sorgulayışlarının arasında, masaların arka tarafında, sandalyelerden birine oturmuş, öylece kendisini izleyen Deniz’i fark etti:
“Deniz! Ne zamandır ordasın?”
“Son kırk beş dakikanı izlemeye yetecek kadar, Murat.”
“Sen… Sen nereden biliyorsun ki kırk beş dakikayı?”
“Ben de ordaydım… Ne çabuk unutmuşsun…”
“Tabi ya… Ama ben… Ben, senin, bizi duyabildiğini bilmiyordum… Sadece gördüğünü zannetmiştim…”
“Bunu özellikle istemiştin… Arka masanıza oturmuştum gelip… Bak, bunu da unutmuşsun…”
“Bana kızgın mısın?”
“Artık değilim.”
“”Ben, belki inanmayacaksın ama son kırk beş dakikamda hep seninle ilgili şeyler hatırlıyorum… Gerçekten söylüyorum… Hani, o ilk gün… Hani, deniz kıyısı tadilattayken… İçeri eğilmiştim… Nasıl korkmuştun… Ayağın kırıktı… O günü, o haftayı, o seneyi beraber geçirmiştik…” nefes nefese kalmıştı anlatırken…
Yerinden kalktı Deniz, Murat’ın yanına yaklaştı. Başucuna oturdu. Elini tutacakken vazgeçti… Kulağına eğildi:
“Ne çok sevdim seni Murat… Ne çok sevdim seni…”
“Ne çok sevdim seni Deniz...”
“Dört yıl oldu Murat… Dört yıl önce tam olarak burada veda etmiştin bana…”
“Peki… Neden şimdi Deniz… Neden o gün değil de şimdi?”
Deniz ayağa kalkarak gülmeye başladı… Gülüşü yavaş yavaş kahkahaya dönüştü…
“Gerçekten hatırlamıyor musun Murat?”
“Neyi… Neyi hatırlamıyor muyum Deniz?”
“İrem haklıymış demek ki… Gerçekten de beyni duruyormuş insanın son kırk beş dakikasında… Şu anda nerde olduğunu bilmiyorsun değil mi?”
“Hayır” anlamında başını sallamaya çalıştı Murat.
“Peki, hiçbir tahminin de mi yok? Düşünelim bakalım… Murat nerede acaba şu anda… Ha bir de daha önemli soru… Acaba Murat’ı kim vurmuş olabilir? Bunu da hatırlamıyorsun değil mi? Murat, hatırlamıyorsun değil mi hiçbir şey? Bana bak… Yüzüme, gözlerimin içine… Beni hatırlıyor musun peki? Bak gözlerime, görebiliyor musun kendini! İyi bak Murat! İyice bak… Sence ben vurmuş olabilir miyim seni?”
“Deniz… Kim vurdu beni?”
“Hep, seni kimlerin vuruyor olabileceğini düşündün… Ateş eden hep sendin hâlbuki…” Hafifçe eğildi Murat’ın yüzüne, “İyi düşün Murat… Belki de kendi kendini vurmuşsundur.”
Doğrulup, ayağa kalktı Deniz…
İçeriye sızan ışık sayesinde çevresini biraz olsun görebiliyordu. Gölgeleri duvara vuran, ne olduğunu çözemediği eşyaların arasında birbirinin üstüne ters çevrilerek konmuş masaları ve sandalyeleri fark etti. Bir türlü çıkaramıyordu nerde olduğunu. Sabah, her gün olduğu gibi, işe gitmek için çıkmıştı evden. Sonra, işyerine vardığında… Nasıl oluyor da beş yıl önceki onca olay yeniden yaşanırcasına aklından geçerken, bu sabah ne yaptığını bir türlü hatırlayamıyordu! Hafızası, son kırk beş dakikasında ihanet etmişti kendisine.
Böyle olmamalıydı… Bugün değil, bundan dört yıl önce, hayatının o en karışık dönemini kapatırken yaşamalıydı son kırk beş dakikasını… Bir yerde çözemediği, unuttuğu, es geçtiği bir şeyler kalmıştı demek ki… Gidip gelen düşüncelerin, duvara vuran gölgelerin, içini sorgulayışlarının arasında, masaların arka tarafında, sandalyelerden birine oturmuş, öylece kendisini izleyen Deniz’i fark etti:
“Deniz! Ne zamandır ordasın?”
“Son kırk beş dakikanı izlemeye yetecek kadar, Murat.”
“Sen… Sen nereden biliyorsun ki kırk beş dakikayı?”
“Ben de ordaydım… Ne çabuk unutmuşsun…”
“Tabi ya… Ama ben… Ben, senin, bizi duyabildiğini bilmiyordum… Sadece gördüğünü zannetmiştim…”
“Bunu özellikle istemiştin… Arka masanıza oturmuştum gelip… Bak, bunu da unutmuşsun…”
“Bana kızgın mısın?”
“Artık değilim.”
“”Ben, belki inanmayacaksın ama son kırk beş dakikamda hep seninle ilgili şeyler hatırlıyorum… Gerçekten söylüyorum… Hani, o ilk gün… Hani, deniz kıyısı tadilattayken… İçeri eğilmiştim… Nasıl korkmuştun… Ayağın kırıktı… O günü, o haftayı, o seneyi beraber geçirmiştik…” nefes nefese kalmıştı anlatırken…
Yerinden kalktı Deniz, Murat’ın yanına yaklaştı. Başucuna oturdu. Elini tutacakken vazgeçti… Kulağına eğildi:
“Ne çok sevdim seni Murat… Ne çok sevdim seni…”
“Ne çok sevdim seni Deniz...”
“Dört yıl oldu Murat… Dört yıl önce tam olarak burada veda etmiştin bana…”
“Peki… Neden şimdi Deniz… Neden o gün değil de şimdi?”
Deniz ayağa kalkarak gülmeye başladı… Gülüşü yavaş yavaş kahkahaya dönüştü…
“Gerçekten hatırlamıyor musun Murat?”
“Neyi… Neyi hatırlamıyor muyum Deniz?”
“İrem haklıymış demek ki… Gerçekten de beyni duruyormuş insanın son kırk beş dakikasında… Şu anda nerde olduğunu bilmiyorsun değil mi?”
“Hayır” anlamında başını sallamaya çalıştı Murat.
“Peki, hiçbir tahminin de mi yok? Düşünelim bakalım… Murat nerede acaba şu anda… Ha bir de daha önemli soru… Acaba Murat’ı kim vurmuş olabilir? Bunu da hatırlamıyorsun değil mi? Murat, hatırlamıyorsun değil mi hiçbir şey? Bana bak… Yüzüme, gözlerimin içine… Beni hatırlıyor musun peki? Bak gözlerime, görebiliyor musun kendini! İyi bak Murat! İyice bak… Sence ben vurmuş olabilir miyim seni?”
“Deniz… Kim vurdu beni?”
“Hep, seni kimlerin vuruyor olabileceğini düşündün… Ateş eden hep sendin hâlbuki…” Hafifçe eğildi Murat’ın yüzüne, “İyi düşün Murat… Belki de kendi kendini vurmuşsundur.”
Doğrulup, ayağa kalktı Deniz…
Arkasını dönerek az önce oturduğu tarafa yöneldi…
Sandalyelerin, düşüncelerin, gölgelerin arasında kayboldu…
_____
kapi.mp3 - kapi