...


Hayatının hep film şeridi gibi gözlerinin önünden geçeceğini zannediyordu. Ölümden bahseden bütün filmlerde böyle anlatılıyordu. Herkes gibi o da hayatının bir filme benzetilmesinden teselli bulacak, boşa yaşamamış olduğuna inanacaktı.
Ama öyle olmadı…

Bölüm 29__"Son"


Şebnem, ofise döndükten sonra iki kez Murat’ı aradı. Açmayınca, İrem’i arayıp Murat’ın o gün işe gelip gelmeyeceğini sordu. İrem, Murat’ın işe gidiyorum diye evden çıktığını söyledi. Gün boyu merak ettiler. Murat’ın eskiden de ortadan kaybolduğunu, sonrasında hiç bir şey olmamış gibi döndüğünü hatırladılar. Ertesi gün polise haber verdiler. Akşamına arabası bulundu. İki gün sonra da kendisi… Olayla ilgisi olabilecek kişiler kısa birer sorgudan geçseler de olay zaten gözler önündeydi. Dört yıl önce yaşadığı yasak ilişkinin etkisinden kurtulamamış, Deniz Kıyısı’nda intihar etmişti.

En azından, Şebnem dışında herkes böyle olduğuna inanmıştı.


Yazan: Volkan ÖĞÜT

_________________________










Moonlight Sonata - First Movement - Beethoven [Alciatore, Robin ]

Bölüm 28__"45'ten Önce"


“Kavşaktan sola... ”

“Buradan mı?”

“Hayır, bir sonrakinden.”

“Şebnem, ne sürprizi bu böyle sabah sabah anlamadım.”

“Ya iyi de sen böyle sorarsan tadı kaçar…”

“İyi bakalım. Çok var mı daha?”

“Geldik sayılır.”

“Bugün öğleden sonrası çok yoğun olmuş.”

“Farkındayım ama İsmail Bey burada olmadığı için bütün görüşmeler sana kaldı haliyle… Haftaya rahatlarız merak etme. Sağda bir yere çekebilirsin.”

“Burası mı?”

“Bir on-on beş dakika yürüyeceğiz.”

“E devam etseydik madem...”

“Park sıkıntı olur şimdi.”

Bir zamanlar Deniz Kıyısı olan, tabelasız, boş, terk edilmiş kafenin önüne geldiklerinde Murat belki de ilk kez bu kadar keskin bir şekilde yüzleşti geçmişle.

Yüzünde korkuyla telaş arası bir duygu belirdi. Yutkundu. Durumu henüz anlayamadığının farkındaydı ama ne soracağını da bilemiyordu. Demek Şebnem öğrenmişti… Nasıl olabilir diye düşündü. Yıllar sonra Deniz intikam mı almaya gelmişti. Peki, ama buraya neden gelsinler ki? Şebnem’i bulup kendisiyle yüzleşmek istemişti demek… Burayı seçmek tam O’na göreydi…

“Ne zaman buldu seni?” diye sordu Şebnem’e.

Şebnem, çantasından bir zarf çıkarıp Murat’a uzattı.

“İçinde anahtar var. Kapıyı aç.”

Murat zarfı yırttı. Anahtarı çıkardı. Yırtık zarfı Şebnem’e verdi. Titreyen elleri kilidi açmakta zorlandı. Kapı gıcırdayarak açılırken Şebnem’e ne yapması gerektiğini sorar bir şekilde baktı. Kafası durmuştu sanki.

“Çekinme, geç içeri.”

Murat’ın ardından girerken, kapıyı ayağıyla iterek kapattı.

“Devam et,” dedi depoyu göstererek.

“Orada mı?” diye sorduğunda Murat kendisi bile anlam verememişti aklından geçen düşüncelere. Bu yüzden normal karşıladı Şebnem’in gülüşünü.

Depodan içeri girdiler.

“Ceketini ve kravatını çıkar. Şu sandalyenin başına as. ”

Şebnem, öğrendiği bu sırrı başka herhangi bir yerde, sokakta, ofiste ya da evde söyleseydi bu kadar etkilemezdi belki de Murat’ı. Ama Deniz Kıyısı’nı seçmişti. Murat, yaşadığı şokun etkisiyle Şebnem’in her dediğini hiç sorgulamadan yapıyordu. Ceketini ve kravatını çıkardı. ‘Şu’ sandalyenin başına astı. Yine aynı sandalyeye şuursuz bir şekilde oturdu.

Şebnem kabanını çıkarıp masanın üstüne koyduktan sonra Murat’ın karşısına, yaklaşık beş adım ilerisindeki sandalyeye geçerek çantasından çıkardığı sigarayı yaktı.

Aynı şekilde Murat da sandalyeye astığı ceketinin cebinden sigarasını aldı.

“Bütün hikâyeyi biliyorum,” dedi Şebnem sakin ses tonuyla.

“Ne kadar zamandır tanışıyorsunuz?”

“Üç ay.”

“Nerde tanıştınız?”

“Bunun önemi yok Murat.”

“Peki… O mu istedi burada buluşmayı?”

Şebnem, soruları her zaman olduğu gibi Murat’ın sorarak konuyu yönlendirmesine sinirlendi.

“O’nun hiçbir şeyden haberi yok. Zamanında senin yaptığın gibi, ben de O’ndan sakladım. Ne beraber çalıştığımızı, ne de arkadaşlığımızı biliyor. Hatta şu anda burada olduğundan da haberi yok,” dedi ses tonu donuk ama sert bir şekilde.

Murat’ın, içeri girdiğinden beri zihninde üst üste koyduğu taşların en altındakini çekip hepsini devirmişti sanki...

“Şebnem… Yani… Niye geldik buraya?”

“Kısaca özetleyelim o zaman…” dedi nedensiz bir şekilde keyiflenerek, “Üç ay önce bir kızla tanıştım. Güzel bir kızdı. Hayata küsmüştü,” sigarasından bir nefes çekerek devam etti, “O’na, senin bunu anlamamanı ve hiçbir zaman da anlamayacağını doğal karşılayarak söylüyorum, aşık oldum. Tabi ki O, diğer gerçekler gibi bunu da hiç bilmedi. Haftada bir iki kez görüşüyor, hayattan nasibini almış iki kadın olarak dertleşiyorduk. Nerden aklına gelsin ki benim O’na bu kadar saplanabileceğim… Birbirimizle çok şey paylaşıyorduk artık. En çok da sırlarımızı… O’na göre iki iyi arkadaş, bana göre kavuşması mümkün olmayan…” boğazı düğümlendi, açmak istercesine derin bir nefes daha çekti sigarasından, koyu gri dumanı üflerken gözlerini kıstı, “Neyse işte… Dedim ya anlamanı beklemiyorum zaten… Neden burada olduğumuza gelelim… Geçen hafta bana seni, karını, çocuğunu, beraber geçirdiğiniz bir yılınızı ve tabi ki gösterişli vedanızı anlattı…” yerde sigarasını söndürdükten sonra, izmaritini az önce Murat’ın verdiği yırtık zarfın içine özenle koydu.

“Ben hala neden burada olduğumuzu anlayamadım,” dedi Murat.

“Seninle yaşadığımız yılları, sırlarımızı, aramızdaki ilişkiyi düşündüm. Sonra yaptıklarını… Bugüne kadar yaptığın her türlü pisliğini nasıl örtbas ettiğimi… Ben saf saf her şeyi paylaştığımızı düşünerek gecemi gündüzümü senin için harcarken, senin bir zamanlar benim şimdi sevdiğim kadını nasıl üzdüğünü…”

“Şebnem neler diyorsun sen?”

“Çabalama Murat… Uyuyan güzel artık uyandı. Ne desen boş…”

Çantasından, eldivenlerini aldı, yavaşça önce bir tekini sonra diğer tekini giydi. Sonra, bir sigara daha çıkarırmışçasına rahat bir şekilde silahını çıkardı. Murat’a doğrulttu.

Gözleri namlunun ucuna takıldı Murat’ın. Tam ayağa kalkacaktı ki, “Otur,” dedi Şebnem, “Daha bitmedi.”

“Şebnem… Beni… Gerçekten vurmayı düşü…”

“Tabi ki düşünüyorum Murat. Buraya niye geldik zannediyorsun sen?”

“Şebnem, bak… Öfkenin bir an…” üstündeki füme gömleği terden sırılsıklam olmuştu, “beni vuramazsın sen.”

“Hayır hayır. Bu çeşit polemiklere girecek değilim. Biraz sonra ikimiz de göreceğiz zaten… İrem’in o gün anlattığı kan kaybından ölüm gerçekten ne kadar sürüyormuş bakalım… Ne o? Hatırlamadın mı?”

“Şebnem… Beni Deniz için mi vuracaksın?”

“Tabi ki sadece Deniz için değil. Aslında ilk sebep senin benden Deniz’i saklayarak sırdaşlığımıza ihanet etmiş, beni aldatmış olman. Sonra sevdiğim kadını zamanında aldatmış ve onu terk etmiş olman. Karını aldatmış olman. Hatırlıyor musun sana İrem’in hamile olduğunu söylediğimde… Gözümün içine bakıp Mehmet Bey’i sormuştun. İlk o zaman korkmuştum senden. Sırf o proje için evlenmiştin İrem’le değil mi? Sonra sırf MFN'de ortaklık için geri döndün… Sonra bir de Kerem var tabi… Kerem’i aldatmış olman. Senin yüzünden öldü. Nasıl sıyrılmıştın son anda… İrem’i, Deniz’i, Kerem’i, Beni… Hepimizi nasıl harcadın kendin için…”

“Şebnem ben…”

“Bence bütün bunlar seni vurmam için yeterli… Hepsine alet oldum… Ama Deniz… Deniz… Artık bitti…”

Şebnem yavaşça ayağa kalktı.

Murat’a doğru iki adım yaklaştı.

Ateş etti.




Track 1.mp3 - 45 dakika

Bölüm 27__”Hoşçakal”


Ayak sesleri başının hemen yanından geçti. Sakin adımlarla, mavi ışığı yanıp sönmesi durmuş olan telefonun yanına gitti.

“İrem,” diye seslendi birkaç tuşa bastıktan sonra.

Tekrar Murat’a doğru yaklaştı. Eğilip tamponu çekti kanayan yerden. Yüzüne iyice yaklaştı. Gözlerini Murat’ın gözlerinin içine dikti.

“Bilincin yerinde mi?”

“Şebnem… Ne yapıyorsun?”

Ayağa kalktı. Leğeni sol ayağının ucuyla yavaşça itti. Murat’ın kafası sert bir şekilde yere çarptı. Kan tekrar boğazına doldu. Bütün vücuduyla tekrar çırpınmaya, bacağını sağa sola savurmaya başladı.

“Tampon koyup işi biraz geciktirmek istedim. Çok anımız var ne de olsa… Ama şimdi gitmem lazım.”

Depoyu, unuttuğu herhangi bir şey var mı diye kolaçan etti. Masada duran çantasını aldı. Bordo kaşe kabanını giyerken, Murat’ın artık kıpırdamadığını gördü.

“Murat? Yine gittin… Bana söyleyeceğin başka bir şey yoksa seni yalnız bırakmak zorundayım. Ofiste çok iş var biliyorsun. Bak anahtarı buraya bırakıyorum. Canın istediği zaman çıkar dolaşırsın.”

Anahtarı, Murat’ın elinden düşmüş olan silahın yanına bıraktı. Kapıya yöneldi. Bir an için durdu, Murat’a döndü, “Böyle olsun istemezdim,” dedi.

Işığı söndürdü. Kapıyı çekti.

Bir daha dönmemek üzere Deniz Kıyısı’ndan uzaklaştı…

Şebnem…

Uyanan güzel…






Track 1.mp3 - 45 dakika

Bölüm 26__”Mavi Işık”



Son 45 dakikasının sonlarına gelmişti…

Nerede olduğunu anlamasının ardından, bilincini tekrar yitirmiş, vurulup yere düştüğü anda da hatırladığı o dört yıl öncesindeki Deniz’i son gördüğü güne gidip gelmişti. Her ne kadar kendinde değilse bile artık kurtuluşu olmadığının farkındaydı sanki.

Boğazına dolan kan son nefeslerini almasını zorlaştırıyordu. Öksürdü. Titreyen vücudu kıpırdandı… Ama yeterli değildi. Sol bacağını bütün gücüyle sağa sola savurmaya, yere vurmaya başladı. Ölüm, o güne kadar hakkında duyduklarından daha zordu. Ya da kendisininki öyle olmuştu…

Başının arkasından kavrayan eli hissetti. El, Murat’ı hafifçe yukarı doğrulttu. Öksürdü Murat. Boğazında biriken kanı dışarı atması sayesinde zor da olsa tekrar nefes almaya başladı. Çırpınmayı bıraktı sol bacağı. Yavaşça gözlerini açtı. Terden sırılsıklam olmuş yüzüne şaşkınlıkla karışık son bir mutluluk gülümsemesi yayıldı.

“Anne…”

“Oğlum…”

“Anne sen… Anne… Nasıl gelebildin buraya?”

“Boş ver nasıl geldiğimi Murat. Sana yardım etmeye geldim oğlum.”

Elini yüzüne götürdü Murat’ın. Yanağını, saçlarını okşadı.

“Ben küçükken kurduğumuz hayal gibi olmadı değil mi, Anne.”

“Ney? Ne hayal kurduğumuz gibi olmadı?”

“Hiçbir şey…”

“Olmaz olur mu hiç!”

“Sen bilmiyorsun Anne… Sen yatarken ben hep…”

“Sus oğlum, sus Murat’ım… Ne olursun sus…”

“Anne bilmiyorsun.”

“Biliyorum Murat’ım… Sen bir tek kendini mi gelip benimle konuşuyor sanıyordun… Her şeyi biliyorum…”

“Ama biz hiç böyle hayal etmemiştik…“

“Herkes hata yapar oğlum… Hayatının bazı dönemlerinde kendi olmaktan çıkar, ters yollara sapar… Küçük ya da büyük hatalar. Herkes affeder düzeltilebilen şeyleri. Önemli olan telafisi olmayan hataların affıdır. Affetmek bile değil. Hatayı yapanın tarafını tutmak. Her şeyi, herkesi bir yana bırakmak. O insana inanmak. Bir gün düzeleceği için değil, sevdiğin için. Sen benim oğlumsun. Canımsın kanımsın. O yatakta gözlerim öylece tavana bakarken çocukluğunu hatırlardım hep... Doğduğun günden bu yana, yaptığın hatalarla, doğrularla, yavaş yavaş büyümeni, ellerimde şekillenişinden, kendi yolunu çizmeyi öğrenişine… Senin her gelişinde içim nasıl mutlu olurdu bilmezsin. Seni doğuranım, büyütenim… Oğlumsun! Şimdi nasıl kurtarmam seni! Nasıl yardım etmem! ”

Vurulduğu yere bastırılan tamponu hissetti. Dik tutabilmesi için başının altına ters çevrilmiş leğen gibi bir şey konduğunu, elin yavaşça çekildiğini… Uzaklaşan ayak seslerini duydu… Tekrar kıpırdandı vücudu…

İleride, masanın üstünde duran cep telefonunun çalmasıyla gözlerini bir anda açıp tavana dikti. Mavi ışığı yanıp sönen telefonunun çalan melodisinden kendisinin olduğunu anladı. Aniden duyduğu ses ve yanıp sönen ışık bilincini bir kez daha yerine getirmiş, az önce annesinin gelişinin gördüğü halisünasyonlardan biri olduğunu anlamasını sağlamıştı.

Başının altındaki ters çevrilmiş leğeni fark etti.

Eliyle vurulduğu yeri yokladı.

Bu kez bilinci yerinde bir şekilde hissetti tamponu.

Ve az önce uzaklaşan ayak seslerinin bu kez kendisine doğru yaklaştığını duydu…




Track 1.mp3 - 45 dakika

Bölüm 25__”İçin Rahat Olsun”



Yüzünde tekrar şüphe ve tedirginlik belirdi Murat’ın. Deniz’in yanlarına oturmasından sonra, kapıdan girdiği andaki rahatlığının tam tersi, büsbütün gergin hissediyordu şimdi kendisini. Son bir yılını paylaşan iki kadın karşısında oturmuş, uzun zamandır görüşemeyen iki arkadaşmış gibi sohbet ediyorlardı.

Deniz’in ne amaçla gelip yanlarına oturmuş olabileceğini düşündü.

Deniz, kafenin badanasını bile kendisinin yaptığından, bir yıldır buraya ne kadar emek verdiğinden, insanın bazı olayları atlatabilmesi için işiyle meşgul olmanın ne kadar önemli olduğundan bahsediyordu. Deniz kıyısı onu tekrar eski yaşama sevincine kavuşturmuş, bir kurtuluş olmuştu. Sohbetin gidişadı havadan sudanmış gibi olsa da ara sıra göz göze gelmeleri Murat’ı korkutuyordu. Bakışlarından belli ki bu göz göze gelmeler, sohbet sırasında insanların kurduğu göz temasından çok daha fazla şey anlatıyordu. Söyleyeceği herhangi bir söz her şeyi bir anda değiştirebilirdi. Deniz, bu gücün tadını çıkarır gibiydi. Belki de sırf bu yüzden gelip oturmuştu. Ya da en kötüsü, İrem’i ve yaşadıkları hayatı tanımak, sonrasında bu bilgileri kullanmak için buradaydı… Böylece istediği güç her zaman kendisinde olacaktı. Murat’ın kendisini belli ki artık dayanamadığından Deniz’e teslim etmiş olması; bir yıldır aldatılan, boşanmış ve çocuğunu kaybetmiş bir kadının istediği zaman intikam alma lüksüne sahip olmasını sağlamıştı. İçeri gidip yüzünü yıkarken, makyajını tazeleyip saçlarını tararken planlamıştı belki de her şeyi… Bütün bunları kafasında atıp tutarken üst üste sigara içiyordu Murat.

Oysa Deniz, sadece İrem’i merak ettiği için gelip oturmuştu yanlarına…

Sevdiği adamın kiminle, nasıl biriyle evli olduğunu, kaçırdığı hayatı anlamak için… Kıskançlıktan, kadınsı dürtülerden çok uzaktı o anda. Daha çok kendi hayatına dair sorular vardı kafasında. Olgunluğundan mıdır yoksa çocuk saflığından mı bilinmez, ama sanki sevmişti de İrem’i… Hem O da kendisi gibi aldatılmamış mıydı?

İrem’e gelmişti anlatma sırası. Hastaneden, nöbetlerden, koşuşturmalarından bahsetmişti. Deniz, merakla sorular sordukça İrem, zamanında yardım ettiği kadının kendisine olan ilgisini doğal karşılıyor, samimiyeti hoşuna gidiyor, konu dağıldığı için seviniyor, beş aylık çocuklarından Deniz’in yarasına dokunmamak için özellikle bahsetmiyordu. Onun yerine, heyecanlı ameliyatları, ameliyat sonrası hasta yakınlarına nasıl davranması gerektiğini anlatıyordu. Laf lafı açmıştı. En kolay ölümün hangisi olduğuna gelmişti konu. “Nasıl ölürsem canım en az yanar?” diye sordu Murat bir an. “Şiddetli Kan kaybı!” dedi İrem; yüzündeki ifade sanki bir ölümü değil de çok sevdiği bir filmi anlatırcasına ışıldarken. “Eğer kan kaybın atar damarından olursa bütün bu veda 45 dakika sürer. Acısız bir 45 dakika… Son 45 dakika… Hayatın sana son hediyesi…” sonrasında hastanın 45 dakika boyunca neler yaşayabileceğini anlattı… İrem kendisini kaptırmış anlatırken ara sıra göz göze geliyorlardı Deniz’le Murat.

“…Artık kan iyice azalınca göremez, duyamaz, çevresel uyaranları algılamaz… En son solunum merkezi etkilenir ve ölür...”

Kahvesinden son yudumunu aldı İrem… “Ama hayatım, hiç korkma… Öyle bir durumda doktor eşini ararsın… Ben koşa koşa gelir kurtarırım seni, sen bize lazımsın…” dedi gülerek.

“Bize derken?” diye sordu Deniz. Başı İrem’e, gözleri Murat’a dönüktü. Sanki söylememesi gereken bir şey söylemişçesine gülüşünü toparladı İrem. Deniz’in yarasını istemeden de olsa açmanın suçluluğu ile konunun bebeğinden açılmasının mutluluğu arasında bir ses tonuyla: “Beş aylık bir oğlumuz var. ” dedi… ,

Deniz’in o anda gözlerinin dolmasının nedenini yalnızca bir yıl önceki kaza zannetti.

İki kadın Murat’ın karşısında tekrar sarıldılar…

İrem, Deniz’in onları uğurlarken Murat’a “için rahat olsun” demesinin nedenini anlamadıysa da üstünde durmadı…

Deniz Kıyısı’nın ertesi hafta kapanmış olması, Muratla İrem arasında çok kısa konuşulduktan sonra, Deniz bir daha aralarında hiç konu olmadı…






45 dakika track 19.mp3 - 45 dakika track 19

Bölüm 24__"Hayatın Tercihleri"



“Hayat yaptığımız tercihlerdir.”

Nerde okuduğunu hatırlamadığı bu söz yalnızca içinde yankılanmakla kalmayıp dudaklarından bir anda dökülüvermişti Murat’ın arabaya binerken.

“Anlamadım.” dedi İrem.

”Öyle bir söz işte… Hayat yaptığımız tercihlerdir. Öyle midir gerçekten?”

“Bilmem… Bazen belki…” alışkın değildi Murat’ın bu şekilde konuşmalarına İrem. Şaşırmıştı haliyle ama ardında ne olduğunu merak ediyordu sözlerinin, “Sence?”

“Aslında sen verdin cevabını… Bilmem, bazen, belki… Bazen kendimiz yaparız tercihlerimizi ama bazen… Kim isterdi ki o gün böyle bir kazanın olmasını. Bizim orda oluşumuz, senin kıza koşup yardım etmiş olman… Sonrası… Kerem’in ölümü… Hangisi bizim tercihimizdi ki… Hayat yaptığımız tercihler değildir. Başımıza gelen olaylara verdiğimiz tepkilerdir denilebilir belki. Ama çoğu zaman hayat tercihleri bize bırakmaz. Kendisi yaşatır yaşatmak istediğini. En kötüsü de ne biliyor musun? Sanki biz öyle tercih etmişiz gibi gösterir. Biz bile inanırız buna. Kendi yaptıklarımızın sonuçlarına katlandığımızı zannederiz. Neyse işte… Tercih ya da değil… Bitecek sonunda…”

“Anlamıyorum Murat, ne bitecek?”

Gülümsedi Murat. Cevap vermedi. Uzun zamandır bu kadar mutlu hissetmemişti.

Deniz Kıyısı’nın önüne geldiklerinde İrem önce tabelaya sonra Murat’ın hala gülümseyen yüzüne baktı. İndiler. Koluna girmesi için başıyla işaret etti Murat İrem’e.

“Hatırladın mı burayı?”

“Hatırlamalı mıyım?”

Deniz, önce kapıdan içeri giren kadını, daha sonra kolundaki adamı gördü.

Deniz, önce kendisine yardım eden kadını, daha sonra hayatına giren adamı gördü.

Ayağa kalktı. İçeri giren çiftin yanına yaklaştı.

“Hoş geldiniz.” dedi İrem’e…

Murat’la göz göze geldiler.

İşte olmuştu.

Murat hiçbir şey söylemeden her şeyi itiraf etmiş, kaderini Deniz’in ellerine bırakmıştı. Bir yıldır kadere karşı gelmek, yaşadığı her şeyin derin hesaplarını yapmak yormuştu Murat’ı. İşte öylece oradaydı. Deniz’in ellerindeydi şimdi. Üstelik Deniz de en az Murat kadar farkındaydı bu durumun.

Her şey yapılabilirdi böyle bir durumda. Bir çığlık bile yeterdi aslında içindeki her şeyi anlatmaya. Hafif bir baş dönmesi yaşadı Deniz. Hayatının en zor “hoş geldiniz”’iydi… Ve birazdan hayatının en zor “hoş bulduk”unu duyacaktı.

Her şey yapılabilirdi böyle bir durumda…

Sanki hep başına geleceğini bildiği bir olayın kendisini değil bugün yaşanacağını öğrenmişti sadece… Ya da hep bildiği bir kötü haberi bir kez daha bir başkasından duyar gibi…

Her şey yapılabilirdi böyle bir durumda…

Bir daha yaşasa aynı olayı belki de çok daha farklı bir tepki verirdi. Ya da ne kadar yaşarsa yaşasın buydu, bu kadardı işte bütün öfkesi, sitemi, küskünlüğü, tepkisi…

“Hoş bulduk canım.” dedi İrem, “Hatırladın mı beni?”

Tekrar göz göze geldiler Murat’la…

“Hatırladım” diyemedi… Gözleri İrem’in gözlerine saplandı, gözleri doldu, gözleri büyüdü…

Tam ‘evet’ anlamında başını sallayacaktı ki… İzin vermedi gözlerinin doluluğu, ağlayarak sarıldı İrem’in boynuna…

Hayatındaki iki kadın…

Sarılmışlardı karşısında Murat’ın…

Onlardan uzaklaşıp İrem’den ayrıldığı masaya oturdu. Bir sigara yaktı. Hayatın kendisi için yapacağı tercihi izlemeye koyuldu. Ne konuşulur ne olur ne biter… Kim kazanır kim kaybeder bilmiyordu. Zaten bir yıldır, hatta önceki dönemde de hayatını hep kaybetme kaygısıyla yaşamıştı. En azından bu sefer öyle olmamalıydı…

İrem, gözlerini silerek karşısına oturdu Murat’ın.

“Teşekkür ederim.” Dedi, “İhtiyacım varmış.”

Önündeki küllükte biriken küle sigarasıyla şekiller çiziyor, bu sayede hiç bakmıyordu İrem’in yüzüne.

“Burayı nerden buldun, bu kadına ne zaman ne şekilde ulaştın, ulaşınca O’nu nasıl tanıdın bilmiyorum. Ama şu anda tek düşündüğüm… Sana zannettiğimden çok daha fazla ihtiyacım varmış… Teşekkür ederim Murat. O gün bırakıp gitmediğin için değil, beni her seferinde kendine yeniden aşık edebildiğin için, çocuğumun babası olduğun için. Şu anda karşımda durduğun için… Bırakıp gitsen de değerdi her şeye…”

Söndürdü sigarasını, uzanıp elini tuttu İrem’in, “Ben sana teşekkür ederim. Beni her seferinde tekrar ben yapabildiğin için…”

Sözünü Deniz’in elinde tepsiyle yanlarında belirmesinin üzerine yarıda kesti.

Yüzünü yıkamış, saçlarını yeniden taramış, hafif bir makyaj yapmış, üstünü başını hatta içini düzeltmiş bir şekilde Murat’ın gözlerinin içine doğru:

”Birer kahve içeriz diye düşündüm.” diyerek tepsiyi masaya bıraktı.

İrem'in yanına oturdu...










45 dakika - 45 dakika ayna

Bölüm 23__"Sır"


İrem, kendine özgü havasıyla içeri girdi. Hareketleri, makyajı, masalara şöyle bir göz atışı, giyimindeki sade şıklık, Murat’ı gördüğünde yüzündeki gülümseme, kumral dalgalı saçları, yürüyüşü, çantasını masaya bırakışı, oturuşu… Sanki uyum içindeki bir resimde bütün renkler birbirini tamamlaması için seçilmişti…

Bir yıl önce ayrılmak istediği karşısında oturan bu kadının, şu anda çocuğunun annesi olduğu geldi Murat’ın aklına. Bir yıl… Ne çok şey değişmişti hayatında…

“Hoş geldin hayatım.” dedi, “Hoş geldin Doktor.” yerine…

“Hoşbuldum canım, iyi misin sen?”

“Eh işte.” Gülümsedi.

“Bir şeyler yedin mi?”

“Sandviç yedim seni beklerken.”

“Afiyet olsun.”

“Buraya en son geçen sene gelmiştik hatırlıyor musun?”

“Hatırlatmasan daha iyi olur aslında…” yüzünü pencereden dışarı çevirdi söylerken.

“Hayır… Bir bayana araba çarpmıştı… Sen hastaneye kaldırmıştın.”

“Hatırlamam mı!” İrem’in hala dışarıya bakan yüzündeki ifade korkutmuştu Murat’ı.

“Neden öyle söyledin? Anlamadım?” diye sordu çekinerek.

“O dönem neler yaşadığımızı biliyorsun Murat.”

“Evet de bunun kazayla ne ilgisi var ki?”

“Ya bunu konuşmasak olmaz mı?”

“Gerçekten anlamadım hiçbir şey. ”

O an Murat’a bakamadığından mıdır yoksa olayları hatırlamak için konsantre olmak için midir bilinmez; dışarıya, hatta kazanın olduğu yola bakmaya devam ediyordu İrem…

“Kaza olduğu sırada, sana o akşam bana gelmeni söylüyordum tam. Hamile olduğumu söyleyecektim. Neyse işte, sonra birden o kaza oldu. Koşup gittim. Genç bir kadın bacağını kırmıştı…”

“Ee? ”

“Sonra o genç kadın ambulansta bana küçük bir sırrını verdi. Yardım istedi.”

Artık şaşkınlığını gizleme gereksinimi hissetmiyordu Murat.

“Bir sırrını mı?”

“Evet… Kaza olmadan yarım saat önce eşinden boşanmış, mahkemeden dönüyormuş. Asıl kaygılandığı şey kırık bacağı değil, hiç kimsenin bilmediği karnındaki iki aylık bebekmiş.”

Yüzü asılı kaldı… Annesine gidip rüyasını anlatışını hatırladı. Bir şeylerden kaçarken kendisine tutunan kızı…

“Aynı şeyi yaşayan iki kadın ilginç bir şekilde aynı aracın içindeydi Murat. İkimiz de iki aylık hamileydik. Küçük bir fark vardı yalnızca. Ben kocamdan boşanmak üzereydim. O, az önce boşanmıştı… Ben karnımdaki bebeği aldırmayı düşünüyordum. O, bebeğini az önce düşürmüştü.”

“Bunlardan bana neden hiç bahsetmedin peki?”

“Ne diye bahsedecektim ki. Beni terk etme ne olursun bu kadın gibi olmak istemiyorum diye mi!”

“Hayır o şekilde…”

“Neyse işte, bacağı alçıya alındıktan sonra bir doktor arkadaşımın özel muayenehanesine yolladım onu… Bebek alındı…”

Demek bu yüzden hastaneden aldığı adreste bulamamıştı o gece Deniz’i. Parçalar yerine oturmaya başlamıştı.

“O gece gelmedin Murat. Bütün gece aynaya baktım. O kız gibi olmaktan çok korktum Murat. Sana yemin ederim. O kızın ye…”

Ağlamaya başladı. Murat yerinden kalkıp yanına oturdu İrem’in. Sarıldı, saçlarını okşadı.

“Geçti.” dedi, “Geçti gitti… Hep yanındayım artık.”

Hiç kimsenin aklına gelmemiş olsa da; o gece İrem, olmaktan korktuğu kadın yüzünden yalnız kalmıştı.

“Hadi kalkalım buradan ” dedi Murat.

"Seni bir yere götüreceğim..."








45 dakika bolum 12.mp3 - 45 dakika bolum 12

Bölüm 22__"Dejavu"


Halletmesi gereken işleri vardı. Öncekilerden biraz daha farklı...

Mehmet Bey’e gitti. Odasına girdiğinde, Mehmet Bey kapıya kadar gidip sarıldı Murat’a. Kendi oğlunu koklarmışçasına içine çekti Murat’ın kokusunu. Ağlamaya başladı sonra…

“Kerem benim kardeşimdi Mehmet Bey. Ben sizin oğlunuz sayılırım… Yapmayın ne olur… ”

Yalanlara alışmıştı ağzı. Yalan söylemek herhangi bir doğruyu söylemekten daha kolay bir hale gelmişti uzun zamandır. Oysa şimdi kendi söylediklerini duymaya başlamıştı. Uzun zamandır ilk kez, kendi sözcüklerine inanmak istedi. Oturup sohbet ettiler bir süre. Çay içtiler. Mehmet Bey, Kerem’in çocukluğundan bahsetti. Murat, Kerem’le geçirdiği üniversite yıllarını anlattı. Her anıda ağlıyorlardı…

Dışarı çıktı. Telefonunu çıkardı. İrem’in numarasın seyretti ekranda, parmağıyla okşadı telefonunun ekranını. Kendisine gelmişti sanki. Hayat, bulduğu ilk fırsatta O’nu uyarmış, O’na son bir şans daha tanımıştı… Bütün bunlar tesadüf olamazdı. Şimdi, son bir yılını temizlemenin zamanı gelmişti. Aradı İrem’i… Karısını…

“Efendim canım?”

“Ne yapıyorsun hayatım?”

“Hastalarla uğraşıyorum her zamanki gibi… Sen ne durumdasın?”

“Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Mehmet Bey’e uğramıştım. Çıktım şimdi.”

“Neyin var? Geleyim mi?”

“Öyle fiziksel bir şey değil… Kerem’den bahsettik de biraz... ”

“Anladım. Geliyorum o zaman…”

“Peki, köşedeki kafede bekliyorum seni…”

“Tamam canım görüşürüz. Dikkat et kendine ben gelene kadar…”

Pencere kenarındaki yarı güneş alan masaya oturdu. Hemen yanı başındaki kaldırımdan gelip geçen insanları, caddeyi, kırmızı ışıkta duran arabaları seyretmeye başladı. Garson kız gülümseyerek yanına geldi. “Hoş geldiniz Murat Bey… Nasılsınız? Yoktunuz epeydir…”

Bakakaldı…

Köşedeki kafede, garson kızın yüzünde tam bir yıl öncesi canlandı…

Birazdan İrem girecekti içeri. Sonra bir kıza araba çarpacak, kızın bacağı kırılacaktı…

Rüya sabahı…

“Murat Bey?” diye seslendi garson kız, “İyi misiniz?”

“Buraya en son ne zaman gelmiştim hatırlıyor musun?”

Gözlerini yukarıya çevirerek düşündü garson kız, “Baya oldu…”

“Hayır hayır… Ne kadar? Kaç ay mesela?”

“Ne kadar olduuu… Yani, Murat Bey… Baya oldu ya…Sanırım bir yıla yakın… Yoksa daha mı fazla?”

“Tam bir yıl önceymiş…”

“Tabi doğru bilmişim… Özlettiniz kendinizi ama yoğunsunuz herhalde baya…”

“Burada, geçen sene bir kaza olmuştu hatırlıyor musun? Hani karşıya geçmeye çalışan bir bayana araba çarpmıştı.” diye sordu zaten dinlemediği kızın sözünü keserek.

Yüzünü buruşturdu kız, “Maalesef…”

“Hani eşim vardı yanımda, koştu yardıma gitti. Hatırlarsın belki çünkü sen de vardın burada!”

Tekrar yüzünü buruşturdu kız, “Maalesef… Yani sizin geldiğinizi falan hatırlıyorum ama kazayı… Belki mutfaktayımdır o sırada…”

Oysa ki, kazayı aynı pencereden izlemişlerdi. İrem yardım için dışarıya koştuğunda kafedeki diğer birkaç kişi ve şu anda karşısında duran garson kız pencereye koşmuşlardı.

Aynı pencereden iki kişi aynı olayı izlemişti. Biri hiçbir şey hatırlamazken diğerinin hayatı değişmişti…

“Tavuklu sandviç istiyorum.” dedi, “Bir de çay…”

Kızın siparişi alıp gitmesiyle kaldığı yerden devam etti dışarıyı izlemeye… Cebindeki paketi çıkarıp bir sigara yaktı…





kapi.mp3 - kapi